İSLAM TARİHİ-5.Hicret ve İslam’ın Medine Dönemi

İSLAM TARİHİ-5.Hicret ve İslam’ın Medine Dönemi

Var olma mücadelesindeki Müslümanlar için hicret bir zorunluluk hâline gelmişti. Yıllarca müşriklerin
her türlü zorbalıklarına sabırla göğüs geren Müslümanların artık bu şehirde can ve mal güvenliği kalmamıştı. Öyle ki Hz. Peygamber’in davetini engelleyemeyen müşrikler ona karşı suikast planları yapmaya başlamışlardı. Diğer taraftan Hz. Peygamber de Mekke’de İslam’ı hâkim kılmaya muvaffak olamamıştı. Tebliğini sürdürebilmek ve İslam’ı daha geniş kitlelere ulaştırabilmek için Allah Resulü(s.a.v.) Mekke dışına yönelmeye karar verdi. İkinci Akabe Biati’nin ardından Yesrib’e davet edilen Müslümanlar Hz. Peygamber’in izin vermesiyle peyderpey hicret etmişlerdir. Hz. Peygamber de 622 yılında Hz. Ebu Bekir ile birlikte müşriklerin tuzaklarını aşarak zorlu bir yolculuğun ardından Yesrib yakınlarındaki Kuba’ya varmıştır. Burada bir süre kalıp bir mescit inşa eden Allah Resulü(s.a.v.), kendisinin teşrifiyle bundan sonra Medine-i Münevvere diye anılacak olan Yesrib’e ulaşmıştır.

5.1. Medine İslam Devleti’nin Kurulması
Hicret, Müslümanlar için her açıdan bir dönüm noktası ve yeni bir geleceğin başlangıcı olmuştur. Mekke’de
iken müşriklerin baskısı altında hayatta kalabilme mücadelesi veren Müslümanlar hicretten sonra
Hz. Peygamber’in önderliğinde kısa sürede Medine İslam Devleti’nin mensupları hâline gelmişlerdir.
Hz. Peygamber’in dinî, siyasi, iktisadi ve içtimai alandaki girişimleriyle hicretten hemen sonra kurulan
Medine İslam Devleti’ni zaman içinde Mekke müşrikleri dâhil her siyasi oluşum tanımak mecburiyetinde
kalmıştır. Karşı tarafın Müslümanlara yönelik tutumu, İslam Devleti’nin atacağı adımlarda etkili olmuştur.
Zira Hz. Peygamber, Müslüman devletin başkanı olarak daima siyasi muhataplarına karşı iyi niyetli bir
tutum sergilemiş, mecbur kalmadıkça silahlı mücadeleyi tercih etmemiştir.

5.2. Medine İslam Devleti’nin Siyasi, Askerî ve Dinî İlişkileri
Hz. Peygamber hicretten sonra “… Medine’nin şuradan şuraya kadar olan mahalli harem bölgesidir…”18 buyurarak hem şehrin hem de İslam Devleti’nin sınırlarını belirlemiştir. Ardından şehirdeki Müslümanların sayısını öğrenmek için nüfus sayımı yaptırmış, böylelikle yeni kurulan devletin askerî gücünü tespit etmiştir.
Allah Resulü(s.a.v.) hicretin hemen ardından her şeyini Mekke’de bırakıp hicret eden muhacirler ile Medinelileri karşılıklı olarak kardeş ilan etmiştir. Muâhât adı verilen bu uygulama ile kabile asabiyetinin
yerini din kardeşliği almış, yoksulluğun yanında bir de gurbet hayatına adapte olmaya çalışan muhacirlerin sosyal problemleri büyük ölçüde çözülmüştür. Diğer taraftan ensarın yüce gönüllü tavrı ile muhacirlerin
azim ve gayreti sayesinde kısa bir zamanda hayat tabii seyrine dönmüştür. Allah Resulü’nün(s.a.v.) hicret sonrası Medine’deki ilk icraatlarından biri de İslam Devleti’nin idaremerkezi konumunda bulunan Mescid-i Nebi’nin inşasıdır. Mescit; dinî, sosyal ve idari işlerin yürütüldüğü bir merkez olmuş, eğitimden adli faaliyetlere kadar çok yönlü olarak kullanılmıştır. Mescidin bitişiğindeki suffe adı verilen mekân ise yoksul ve bekâr Müslümanlara yuva olmuştur. Buradaki mütevazı ilmî faaliyetler sonraki dönemde ortaya çıkan pek çok ilmin doğuşuna ve gelişmesine zemin teşkil etmiştir.Hz. Peygamber, Medine’de ağırlıklı bir nüfusa sahip olan Yahudileri de kapsayan ve şehirde bir arada yaşamanın kurallarını ortaya koyan bir sözleşme hazırlatmıştır. İslam Devleti’nin ilk anayasası hükmünde olan bu sözleşme ile inanç özgürlüğü güvence altına alınmış, ayrıca Medine’nin savunulması hususunda taraflara düşen sorumluluklar belirlenerek Yahudilerin Kureyş müşrikleriyle muhtemel ittifakının da önüne geçilmiştir. Tarihte “Medine Vesikası” diye adlandırılan sözleşme Yahudilerin Hz. Peygamber’i devlet başkanı olarak kabul ettiklerini göstermesi bakımından da dikkate değerdir. Medine’de her alanda hızlı ve etkili adımlar atan İslam Devleti’nin ekonomi alanında yaptığı en önemli hamle Müslümanlara ait bir pazar yeri kurulması olmuştur. Ticari faaliyetlere iştirak edenlere ciddi birtakım kolaylıkların sağlandığı bu pazara “Medine Pazarı” denmiş, burada İslam’ın ticaret hükümleri geçerli kılınmıştır. İktisadi anlamda atılan bu adım sayesinde Müslümanlar kısa sürede şehrin ekonomisinde hâkim hâle gelmişlerdir. İslam Devleti’nin teşekkülü adım adım devam ederken bir taraftan da nazil olan ayetlerle İslam dininin temel hükümleri tamamlanmış, bunun yanında bazı dinî hususlarda düzenlemeler hayata geçirilmiştir. Nitekim Müslümanlara kendilerini savunmak için savaş izni verilmiş, Kudüs’e doğru olan kıble Kâbe’ye döndürülmüş, sırasıyla oruç ve zekât farz kılınmıştır. Diğer taraftan namaz vakitlerini duyurmak için de ezan okunmaya başlanmıştır.19
Hz. Peygamber’in Medine’ye hicret etmesini engelleyemeyen müşrikler burada da Müslümanlara
her türlü düşmanlığı sergilemişlerdir. Buna karşılık hicretten bir yıl sonra Resulullah da(s.a.v.)
Medine’nin çevresini kontrol altında tutmak ve saldırı tehlikesine mukabelede bulunmak maksadıyla
küçük askerî birlik mahiyetinde seriyyeler göndermeye başlamıştır.
Müslümanlarla Mekkeli müşriklerin ilk büyük karşılaşması 624 yılında Bedir’de gerçekleşmiştir.
İslam ordusu Bedir Gazvesi’nde sayıca kendisinden çok üstün bir orduyu Allah’ın(c.c.) yardımıyla
mağlup etmiştir. Müslümanlara Arap Yarımadası’nda büyük bir itibar kazandıran bu zafer, tebliğ
için daha geniş imkânların da yolunu açmıştır. Bundan yaklaşık iki yıl sonra yapılan Uhud Gazvesi,
Hz. Peygamber’in emrine uymayan okçular sebebiyle müşriklerin üstünlüğüyle sonuçlansa da neticede
iki tarafın da muzaffer olamadığı bir savaş olarak tarihe geçmiştir. Diğer taraftan Uhud, Müslümanlar
için zafer ya da mağlubiyet olmasının ötesinde alınması gereken dersler yönünden önemli
bir savaş olmuştur. Müşriklerin Müslümanları ortadan kaldırmak için çok büyük bir ordu ile geldiği Hendek Gazvesi ise savunma taktiği açısından diğerlerinden ayrılır. 627 yılında gerçekleşen savaşta
müşrikler bir aya yakın Medine’yi kuşatma altında tutmuşlar ancak savunma hattını aşamadıkları için
hedeflerine ulaşamadan geri dönmek zorunda kalmışlardır. Hendek hem müşrik Mekkelilerin hem de
diğer düşman unsurların Müslümanlar üzerine son saldırısı olmuştur.
Müslümanların 628 yılında çıktıkları umre seferinin ardından Mekke müşrikleriyle Hudeybiye Barış
Antlaşması imzalanmıştır. Başka bir ifadeyle Müslümanlar Mekke’ye girmelerine izin vermeyen müşriklerle
bir antlaşma imzalamak zorunda kalmıştır. Görünüşte daha çok Kureyşlilerin isteklerinin yerine
getirildiği antlaşma, başlangıçta sahabenin rahatsızlığına sebep olsa da sonuçları itibariyle Müslümanlar
için daha büyük fetihlerin kapısını açmıştır. Zira müşriklerin İslam Devleti’ni resmen tanıdığını gösteren
Hudeybiye Antlaşması, İslam’ın yayılışını son derece hızlandırmıştır. Ayrıca müşriklerin iki yıl sonra
antlaşma maddelerini ihlal etmesiyle Mekke’nin fethinin önü açılmış, Allah Resulü(s.a.v.) 630 yılında on
bin kişilik İslam ordusuyla ciddi bir mukavemetle karşılaşmadan bu kutsal beldeyi fethetmiştir. Mekke’nin fethinden hemen sonra civardaki Arap kabilelerinden Hevâzinlilerle Huneyn Savaşı yapılmış, Müslümanların sayılarının çokluğundan dolayı gurura kapılmaları sebebiyle yaşanan bozguna rağmen sonunda müşrik ordusu mağlup edilmiştir. Hevâzinlilerin birliklerine dâhil olan Sakif kabilesinin Taif’e çekilmesi üzerine Müslümanlar kuşattıkları bu şehrin surlarla çevrili olması sebebiyle fethe muvaffak
olamamışlardır.20 Müslümanlar bir taraftan müşriklerle mücadeleyi sürdürürken diğer taraftan Yahudilerle de uğraşmak zorunda kalmışlardır. Medine’de yaşayan üç büyük Yahudi kabilesinden Kaynukaoğulları Bedir, Nadiroğulları da Uhud Savaşı’ndan sonra Medine Sözleşmesi’ni ihlal ettikleri için sırasıyla şehirden uzaklaştırılmışlardır. Kureyzaoğulları ise Hendek Savaşı’ndaki ihanetleri sebebiyle cezalandırılmıştır. Nihayet Hz. Peygamber başından beri müşriklere destek olan Hayber Yahudilerini etkisiz hâle getirmek için 628
yılında bir sefer düzenlemiş, muhkem kaleleri ele geçirdikten sonra Hayber’i fethetmiştir. Savaşın ardından
toprakları işleyip mahsulün yarısını Müslümanlara vermeleri şartıyla Yahudilerin Hayber’de kalmalarına izin verilmiştir. Hayber’in ardından cizye karşılığı topraklarında kalmak için Hz. Peygamber’e başvuran Fedek ve Teyma Yahudilerinin istekleri kabul edilmiş, bu bölgeler savaş yapılmadan İslam hâkimiyetine geçmiştir. Buna karşılık Müslümanlara kılıçla mukabelede bulunan Vâdilkurâ Yahudileri mağlup edilmiş, Hayber’de olduğu gibi onlar da elde ettikleri mahsulün yarısını Müslümanlara vermek şartıyla yurtlarında bırakılmışlardır.21 Müslümanların Hıristiyanlarla ilk ciddi karşılaşmaları Şam taraflarına İslam’a davet mektubunu götüren elçinin Bizans’a bağlı Gassân Emîrliği topraklarından geçerken katledilmesi üzerine gerçekleşmiştir. Allah Resulü(s.a.v.) elçisine yapılanları haber alınca Zeyd b. Hârise komutasında bir orduyu Gassânîler üzerine göndermiştir. 629 yılında Mûte’de gerçekleşen ve yaklaşık yüz bin kişilik bir orduya karşı
üç bin Müslüman’ın yer aldığı savaşta Müslümanların üç komutanı da şehit olmuş ancak süratle ordunun
başına geçen Halid b. Velid başarılı bir taktikle İslam ordusunu geri çekip ağır bir yenilgiden kurtarmıştır.
Bundan bir yıl sonra Bizans’ın Hicaz’a saldırı hazırlığı yaptığını haber alan Hz. Peygamber, büyük zorluklarla
bir ordu hazırlayıp Tebük’e doğru yola çıkmıştır. Uzun yolculuğun ardından vardığı bölgede herhangi bir düşman kuvvetiyle karşılaşmayan Allah Resulü(s.a.v.) çevredeki kabilelere İslam’a davet amacıyla birlikler
göndermiş, bu kabileler de cizye karşılığı Müslümanların tebaası olmayı kabul etmişlerdir.

5.3. Medine İslam Devleti’nin Diplomatik İlişkileri ve İslam’ın Yayılma Süreci
Medine İslam Devleti’nin diplomatik faaliyetleri aslında Hz. Peygamber’in devlet başkanı olarak tanındığını
gösteren Medine Sözleşmesi ile başlamıştır. Şehrin Yahudi sakinlerinin muhtemel ihanetleri karşısında
onları cezalandırmak için Müslümanlara siyasi bir dayanak teşkil eden bu sözleşme Resulullah’ın(s.a.v.) ileri
görüşlülüğünü de gösteren diplomatik bir başarı olmuştur. Benzer şekilde Hudeybiye Barış Antlaşması Müslümanların aleyhineymiş gibi görünen şartlar içermesine rağmen Allah Resulü(s.a.v.) tarafından kabul edilmiş ve bu antlaşma İslam’ın daha geniş kitlelere yayılması için önemli bir zemin hazırlamıştır.
Hudeybiye Barış Antlaşması’nın “On yıl savaş yapılmayacaktır.” maddesi gereği ortaya çıkan barış ortamı
Hz. Peygamber’in tüm enerjisini İslam’ı tebliğe yöneltmesine imkân vermiştir. Nitekim bu süreçte
çeşitli devlet başkanlarına ve kabile reislerine İslam’a davet mektupları gönderen Resulullah(s.a.v.) bunları resmî belge olduğunu gösterir şekilde mühürlemiştir. Kısa ve veciz bir şekilde yazılan mektup metinlerinde gönderilen kişilerin özelliğine göre ifadeler seçilmiş ve farklı üsluplar kullanılmıştır. Muhataba İslam daveti yapılmış, kabul etmediği takdirde durumdan etkilenecek tebaasının sorumluluğunu üstleneceği hatırlatılarak uygulanacak hükümler açıklanmıştır. Mektuplar; Bizans, Habeşistan, Sâsânî gibi büyük devletlere gönderildiği gibi bu devletlere bağlı emîrlere ve yarı bağımsız bölge yöneticilerine de gönderilmiştir. Davet mektuplarına muhatapların verdikleri cevaplar farklı olmuş; bir kısmı İslam’ı kabul etmiş, bir kısmı kabul etmediği hâlde elçiyi hediyelerle göndermiş, bazısı davete sinirlenip elçiye kötü
muamelede bulunmuş, bazısı da İslam’ı kabul etmemekle birlikte cizye ödemeye razı olmuştur. Arabistan’ın çevre bölgeleriyle yakın ülke hükümdarlarına ulaşan mektuplar netice itibarıyla İslam’ın
yayılmasında büyük pay sahibi olmuştur.23 Medine İslam Devleti kurulduktan sonra zaman zaman bazı heyetler Hz. Peygamber ile görüşmeye ya da İslam’ı kabul ettiklerini bildirmeye
Medine’ye geliyordu. Gelişen olaylar neticesinde Müslümanlar Arap Yarımadası’nın en büyük gücü hâline gelince hicretin dokuzuncu yılında çeşitli bölgelerden gelen heyetlerin sayısı bir hayli artmıştır. Bu süreçte İslam’ı kabul edip Hz. Peygamber’e biat etmek için gönüllü olarak gelenler olduğu gibi İslam hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalarak gelen heyetler de olmuştur. Kimileri Temîm, Esed, Hanife ve Sakif kabilesi gibi Müslüman olmuş; kimileri de Necran Hıristiyanları gibi cizye ödemeye razı olup kendi dinlerinde kalmıştır. Müslüman olup bölgelerinde İslam’ı yayan heyetler sayesinde “İnsanların bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit…”24 ayetiyle işaret edilen vakıa gerçekleşmiş ve Arap Yarımadası’nın her tarafına İslam bayrağı ulaşmıştır.

Kaynak

    Yorum gönder