İSLAM TARİHİ-3.İslam Öncesi Arabistan ve Dünya
İslam dininin gönderildiği coğrafya olan Arabistan, 7. yüzyılda birçok yönden hareketli bölgelerden
birisidir. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının ortasında yer alan ve doğu-batı istikameti ticaretinin merkez
noktasında bulunan Yarımada’nın sakinleri çevrelerinde yaşayan diğer milletlerle dinî, sosyal ve ekonomik
ilişkiler geliştirmiştir. Bu ilişkiler Habeşistan’dan Çin ve Hindistan’a kadar uzanmıştır.Tarihi MÖ 2000 yılına kadar uzanan Çin, o dönem için yaşadığı siyasi karışıklıklar sebebiyle sosyal açıdan çözülmeye doğru giderken dinî bakımdan Konfüçyanizm ve Hindistan’dan gelen Budizmin etkisi altında kalmıştır. Hindistan MÖ 7000 yılına uzanan kadim tarihiyle dönemin önemli devletlerinden bir diğeridir. Ancak siyasi birliğin bozulduğu ülkede iç çatışmalar neticesinde idare üçe bölünmüş, Hinduizmin etkisiyle oluşan kast sistemi de sosyal hayatı olumsuz etkilemiştir. En eski yerleşim yerlerinden biri olan Habeşistan, iktidara dönük iç karışıklıkları sebebiyle Arap Yarımadası ile olan irtibatını zaman içerisinde kaybetmiş olsa da burası müşriklerin baskısından kaçan Müslümanlar için daha sonraki süreçte güvenli bir yurt olmuştur. Dönemin iki büyük gücünden biri olan ve Arap Yarımadası’nın doğusunda yer alan Sâsânîler ise rakibi Bizans ile siyasi mücadelesini uzun süre devam ettirmiştir. Kutsal sembolü ateş olan Zerdüştlük, Sâsânî İmparatorluğu’nun resmî dini olarak kabul görmüştür. 7. yüzyılda üç kıtada büyük bir coğrafyayı kontrol eden Bizans İmparatorluğu ise iç karışıklıklar sebebiyle eski gücünü yitirmiş, farklı inanç gruplarına mensup vatandaşlarına uyguladığı baskılar sebebiyle sosyal meşruiyetini kaybetmiştir. Özetle 7. yüzyılda dünyanın her tarafında bir istikrarsızlık ve düzensizliğin hüküm sürdüğü görülmektedir.2 Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesişme noktasında yer alması sebebiyle kritik bir konumda bulunan Arap Yarımadası; Kuzey, Güney ve Orta Arabistan (Hicaz) olmak üzere üç ana bölgeye ayrılmıştır. Uygun iklimi, verimli toprakları sebebiyle üst düzey tarım yapılan Güney ve Kuzey Arabistan’da zaman içerisinde farklı medeniyetler ortaya çıkmıştır .Güney Arabistan’daki ilk devletin MÖ 2000 yıllarında kurulan Mainîler olduğu kabul
edilir. Daha ziyade ticari alanda gelişmiş olan Mainîlerin MÖ 750-650 yıllarında yıkılması üzerine yerine kurulan Sebe Devleti, ticaretin yanı sıra ziraat alanında da temayüz etmiştir. Ancak halefleri olan ve kısa zamanda bütün Yemen’i ele geçiren Himyerîler, diğer iki devletin aksine fetihçi bir siyaset izlemiştir. Kuzey Arabistan’ın bilinen en eski devleti ise MÖ 4. yüzyılın sonlarında kurulan Nabâtî Krallığı’dır. Başkenti Petra olan krallık, Roma İmparatorluğu ile çöl arasında bir nevi tampon görevi üstlenmiştir. Bölgede hüküm sürmüş devletlerin ikincisi ise Palmiralılar olarak da bilinen Tedmürlülerdir. Ancak Nabâtîler gibi onlar da Roma İmparatorluğu’nun saldırılarına maruz kalmış ve varlıklarını muhafaza edememişlerdir. Miladi 3. yüzyılın sonlarına doğru bölgede devlet kuran Gassânîler ve Hîreliler, aslında güneyli Araplardır. Me’rib Seddi’nin yıkılmasıyla kuzeye göçmüş olan Gassânîler, Roma İmparatorluğu’na bağlı olarak Suriye’de; Hîreliler ise Sâsânîlerin hâkimiyetini tanımak suretiyle Irak topraklarında hüküm sürmüşlerdir.3 Hicaz özellikle Hz. Peygamber’in doğduğu ve risalet görevini üstlendiği yer olması bakımından önemlidir. Bölge Arabistan’ın orta kısmında, Kızıldeniz tarafında yer alır. Hicaz, arazisinin çöl ve dağlık olması sebebiyle yabancı işgalinden korunmuştur. Burası, Şam ve Yemen’i birbirine bağlayan ana ticaret yolunun üzerinde bulunduğu için bölgeler arasında bir geçiş noktası olmuştur. Çeşitli etnik unsurları barındırmakla birlikte Hicaz’da hâkim millet Araplardır. Bölgenin önemli şehirleri; Mekke, Yesrib ve Taif’tir. Etrafı dağlarla çevrili bir vadide kurulmuş olan Mekke, Hicaz bölgesinin dinî ve ticari merkezi konumundadır. Tarım imkânından yoksun olduğu için ticari bakımdan gelişmiş olan şehir, bünyesinde Kâbe’yi barındırması sebebiyle Yarımada’nın diğer merkezlerinden daha ayrıcalıklı ve üstün kabul edilmiştir. Hz. Peygamber’in hicretinden sonra Medine adını alan Yesrib, Hicaz’ın ikinci önemli merkezidir. Şehrin sakinleri Güney Arabistan’dan
göçen Kahtânî Arapları ile Romalıların yoğun dinî baskısından kaçan Yahudilerdir. Hicaz’ın diğer önemli hayat alanı ise verimli arazileri ve ticaret yolu üzerindeki konumu sebebiyle gelişmiş bir şehir olan Taif’tir.4
Arapların İslamiyet öncesi devirleri genel olarak “Cahiliye Dönemi” olarak adlandırılmıştır. Şifahi
gelenekle aktarılan cahiliye kültürünün kaynağını ise Arap şiiri oluşturmaktadır. Toplumda şairin asli görevi gönlünü coşturan asabiyet duygusuyla şiirler söyleyerek kabilesini övmektir. Çünkü kabile mensuplarını
birbirine bağlayan asıl unsur kabile ruhu denilen asabiyettir. Cahiliye insanları yaşayış tarzı itibariyle bedevi ve hadari olarak ikiye ayrılır. İklim ve tabiatın da bir gereği olarak genel anlamda Yarımada’nın kuzey sakinlerinin büyük çoğunluğu bedevi, güneyindekiler ise hadari kabul edilmiştir.
Çöl şartlarının ortaya çıkardığı sosyal bir model olan kabile sistemi Arap toplumunun temelini oluşturmaktadır. Kabileye mensup olmak kişiye hayatta kalma garantisi temin ettiği için ferdin kabilesine
gönülden bağlanması ve geleneklere sorgusuz sualsiz tabi olması esastır. Kabile içerisinde hukuki konumlarına göre farklı sosyal tabakalar bulunur. Birinci sırada yer alan hürler her bakımdan diğerlerinden
üstün kabul edilmiştir. Hiyerarşinin orta seviyesini, azat edilmiş köle ve cariyelerin meydana getirdiği
mevali oluşturmaktadır. Sistemin en alt tabakasında ise köleler yer almaktadır.5 İslam öncesi Arap toplumunda Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecûsîlik, Sâbiîlik, Haniflik ve putperestlik gibi inanç çeşitleri mevcuttur. Yahudilik, farklı dönemlerde bölgeye sığınan Yahudiler vasıtasıyla Arabistan’a girmiş, bunun
sonucunda Hayber ve çevresinde hatırı sayılır bir Yahudi topluğu oluşmuştur. Ancak bu din, bedevi hayat tarzına uymadığı için Araplar arasında yayılma imkânı bulamamıştır. Yarımada’ya kuzeyde Suriye, güneyde
ise Habeşistan üzerinden giren Hıristiyanlık özellikle Gassânî ve Hîre Arapları arasında yayılmış, ayrıca bu bölgeyi yurt edinen kabileler tarafından da benimsenmiştir. Sâsânî İmparatorluğu’nun resmî dini olan Mecûsîlik Araplar arasında pek fazla ilgi görmemiştir. Bunun yanında nadiren de olsa Araplar arasında Sâbiîlik inancının etkisi görülmüştür. Arap Yarımadası’ndaki en yaygın inanış şekli putperestlik olarak kabul edilir. Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa etmesiyle birlikte Mekke tevhid inancının merkezi olmuştur. İbrahim’in(a.s.)* oğlu Hz. İsmail tarafından temsil edilen ve yayılan bu inanç sonraki dönemlerde şehrin yönetimini üstlenen Huzâalıların putperestlik inancını şehre getirmesiyle zafiyete uğramıştır. Bununla birlikte Araplar arasında putlara tapmayıp tevhid inancını muhafaza eden ve kendilerine Hanif adı verilen ferdî inanış sahibi insanlar da mevcuttur.
Yorum gönder